Ana içeriğe atla

                                             WİLKOMMEN İN DEUTSCHLAND 


   Göç; Ekonomik, toplumsal, siyasi vs. sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret. (Türk Dil Kurumu) Entegrasyon ise; İnsanların bir toplumla bütünleşmesini, o topluma uyumunu anlatmak için sık sık kullanılan bu sözcüğün anlamı kısaca bütünleşme ve uyumdur.
   Wilkommen in Deutschland (Almanya’ya Hoşgeldiniz) filmini göç ve entegrasyon çerçevesinde incelemeye çalıştım. Film, 1950’li yıllarda Almanya’ya işgücü için göç eden YILMAZ ailesinin etrafında şekilleniyor. Ailenin Almanya’daki uyum süreci, yaşadığı zorluklar ve kültür değişimini ele alacağım.

  Yasemin Şamdereli’nin yönetmenliğini yaptığı film, 61. Berlin Uluslararası Film Festivalinde ise bölüm yarışmasında en iyi senaryo ve en iyi film kategorilerinde 2011 yılında Deutscher Filmpreis (Alman Film Ödülleri) kazanmıştır.

Anahtar Kelimeler:
Entegrasyon, Göç, Almanya, İşgücü ve Aile.



      2. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile Almanya’da işgücü açığı meydana geldi. Almanların ilk tercihleri İtalyan ve İspanyol işçilerdi fakat sayıları az oldukları için Türk işçi almaya karar verdiler. Buna bağlı olarak, 1950’li yılların ortalarında Almanya’ya işçi göçü gelmeye başladı. Bu göçmenlerden ve ayrıca bir milyon birinci işçi olan Hüseyin Yılmaz ve ailesi bu filme konu olmuştur.

   Almanya’da işgücü açığı o kadar fazla ki filmde ‘işçi olarak gelmek isteyenler adete bir hayvan pazarını andırıyordu’ diyerek ifade ediliyor. Genç ve çalışkansanız çok sıkı sağlık kontrollerinden sonra işçi olarak Almanya’ya davet ediliyorsunuz. Filmin başrol karakteri Hüseyin’den gördüğüm kadarı ile gelen işçiler ağır işlerde çalışmıştır. Fakat ailesine gönderdiği paralar ile ailesi rahat bir yaşam sürmektedir.
   Almanya gelen işçilere adeta çok sevinmiştir. Bu işgücü çağrısı tarihi bir gün olarak nitelendirilir çünkü bu sayı en yüksek göçmen sayısıdır. Hatta bir milyonuncu işçi gazete manşetlerine çıkmıştır.  (Armando Sa Rodriguez)

   Hüseyin ve ailesinin uyum süreci aslında Türkiye’de başlamıştır. Çünkü ailenin yaşadığı yerde Almanlara karşı bir ön yargı vardır. (Domuz eti yiyorlar, sadece patates olması, pis olmaları vs.) Komşularından aldıkları bu dönütler ile Almanya’ya karşı daha gitmeden uyum süreci daha da zora girmiştir.

   Aile fertleri bu uyum sürecinde çok zorluk çekmişlerdir. Çünkü geldikleri yer ile Almanya arasında oldukça büyük farklılıklar vardır. Hüseyin’in eşinin dil bilmediği için alışveriş yaparken çektiği zorluk, (beden dili ile ifade etmeye çalışmıştır) daha Almanya’ya ayak basar basmaz taksi şoförünün yaya geçidinde durması, insanların sokaklarda hayvanlarını gezdirmeleri, alafranga tuvalet kullanmaları vs. bu ailenin ilk başlarda çektikleri temel zorluklardır. Yılmaz ailesi Türkiye’nin kırsal yerlerinde yaşadığı için Almanya’ya alışmaları daha da zorlaşmaktadır.

   Hüseyin dışında Alman kültürüne ayak uyduran ve uyum sürecini başarılı bir şekilde ilk atlatan kişi kızıdır. Kızı ise ileride çöpçü olmayı istemektedir çünkü eskiden yaşadığı yerde çöpçü yoktur. Her çöpçü geldiğinde camın başına gelir onları hayranlıkla izler ve işlerini bitirdiklerinde onlara el sallar. Diğer kardeşleri ise bir vitrinde Çam ağacını görür ve noel kutlamak isterler. Filmde aile noel kutlaması yapar. Bu da ailenin yaşadığı kültür şokuna başka örneklerdir.

  Çocukların okula giderken öğretmenleri tarafından uyum sağlamaları için derste bir harita üzerinde öğretmenin Hüseyin’in çocuğu Cenk’e ‘Cenk Senin bayrağını nereye dikelim?’ sorusuna Cenk ‘Anadolu’ya’ dese bile harita Avrupa haritası olduğu için Türkiye’den sadece İstanbul bu haritanın içindedir.  Film’de Yılmaz ailesinin en küçüğü olan Cenk, okulda arkadaşları ile takımlı oyun oynarken bile takımlar Türk- Alman olarak olacak şekilde ayrılmaktadır. Cenk bu safhada ailesine ‘Ben neyim? Türk mü, Alman mı?’ diye sormaktadır. Çünkü kendisinin Alman mı yoksa Türk mü olduğunu bilmemektedir. Bu da kimlik bunalımının somut bir göstergesi olarak gösterilebilir. Cenk’in yaşadığı bu kimlik belirsizliği, Canan ablasının dedesinin Almanya’ya gelişinden itibaren olan zorlu hikayeyi anlatmasıyla zamanlar arası geçiş ile anlatılarak giderilmeye çalışılmıştır. (Film de Hüseyin’in yaşadığı bu zaman ile ilk başlarda Almanya’ya gelişinden başlayan süreçler filmde flashbackler olarak gösterilmiştir)

   Filmde bu ailenin yaşadığı kültür şoku bir yana, aile özel yemeklerde kalabalık şekilde bir masa etrafında geleneğini hala sürdürmektedir. Alman kültürüne ayak uydursalar bile kendi geleneklerinden vazgeçmemişlerdir. Hüseyin’in memleketlerine olan özlem devam etmekte ve tatilini Türkiye’de yapmak istemektedir. Bunun için Türkiye’deki eski geldikleri yerden bir ev almıştır. (Hüseyin Türkiye’ye tatile gittikleri zaman eski geldikleri yere giderken bir yolculuk sırasında ölmüştür.)

   Aile Türkiye’ye tatile döndüklerinde ise burayı uzun zamandır görmedikleri için ve Almanya’ya çok alıştıkları için döndüklerinde de çok zorluk çekmişlerdir. Hüseyin’in Almanya’da doğan en küçük oğlu dinlenmek için mola verdikleri bir yerde yemekler kötüdür diyerekten yemek bile yememiştir.

   Filmde ahlak farklılıkları da göze çarpmaktadır. Filmin ilk başlarında Hüseyin’in karısı Hüseyin eline dokunduğu için onla evlenme zorunluluğu hissetmiştir. Çünkü aile geleneğinde ve yaşadığı çevre de öyle görmüştür. İlerleyen zamanlarda Hüseyin’in torunu ise İngiliz sevgilisi ile birliktelik yaşamış, İngiliz sevgilisi ve Almanya’da doğup büyüyen torunu bu durumu normal karşılamıştır.

   Film bize göç nedenlerini, göç sonrası uyum sürecini ve geri dönmek isteme/istememe gibi hikâyeyi farklı perspektiflerden anlatırken aynı zamanda Almanya’nın iş gücü için diğer ülkelere çağrıda bulunurken iş gücünün “insanlardan” oluştuğunu çok geç anladıklarını da göstermektedir. Nitekim filmin sonunda eski kayıttan gösterilen bir söyleşide, “Biz iş gücü çağırdık, gelen ise insanlardı’’ sözü bunu doğrular niteliktedir. 

Günümüz Türk Alman ilişkilerini ve göçü anlamlandırabilip aktarabilmek adına Türk göçmenlerin yaşadıklarının tarihsel arka planı ve kuramlar ne kadar önem arz etse de bahsedildiği gibi giden sadece iş gücü değildi hepsi birer insandı. Ayrı ayrı kültürlere, dillere ve yaşam tarzlarına sahip olan insanlardı gidenler.  (TÜİÇ- Göç Çalışmaları)

Bilge bir adam, kimiz ya da neyiz sorusuna şöyle bir yanıt vermiş: “Biz, bizden önce olan her şeyin, gözümüzün önünde yaşanan ve bize reva görülen şeylerin toplamıyız. Biz, varlıkları kendi varlığımızı etkileyen ve bizim de onların varlığını etkilediğimiz insanlar ve şeyleriz. Biz, bizden sonra olan ve biz gelmemiş olsaydık, var olamayacak olan her şeyiz.’’

 –Almanya’ya Hoş Geldiniz (Wilkommen in Deutschland)

   Şimdilerde ise Almanya’ya çok göç eden olduğu için Almanya 2005’ten sonra gelen göçmenler için entegrasyon kursları başlatmıştır. Entegrasyon kurslarının içeriğine gelirsek, modüller dil eğitimi ve ardından ülkenin tarihi, yasal ve politik sistemi hakkında dersler içeriyor. Dil eğitiminde konular genelde Almanya’daki günlük yaşam, iş arama, çalışma hayatı, aile hayatı veya toplumsal kurallarla ilgili. Toplamda 600 saat Almanca ve 100 saat de oryantasyon kursu var. 2005’ten sonra gelip, oturma izni alan kişilerin bu entegrasyon kurslarına katılmaları zorunludur. Göç statünüze göre kursların parasını gelirinize göre ya devlet veriyor ya da yarısını ödemeniz gerekiyor (saati 1,95 €). Kursları başarı ile bitirdikten sonra, eğer ödeme yaptıysanız, sertifikalarınızı ve BAMF sitesindeki formu doldurup gönderiyor ve paranızın yarısını geri alabiliyorsunuz.


KAYNAKÇA
Ekinci, H. (2020). Yasemin Şamdereli: “Öznesi İnsan Olan Bir Hikayenin Anlatıcılarıyız”.

Çankaya, G. (2020). TÜİÇ Akademi Göç Çalışmaları. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ

    25 Mart 1957 yılında 6 devlet (Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda, Lüksemburg) Roma Antlaşması’nı imzalayarak, bağımsız bir uluslararası örgüt olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kurdular.      Türkiye bu topluluğa kurulmasından 19 ay kadar kısa bir süre içerisinde dönemin başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı’mız Fatin Rüştü Zorlu’nun girişimleri ile başvuruda bulunmuştur. Fakat müzakereler 27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen askeri darbe ile kesintiye uğramıştır. Türkiye’nin başvurusu 3 yıl sonra kabul edilmiş ve Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasındaki hukuki temeli oluşturan ve üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak olan Ankara Anlaşması 12 Eylül 1963 yılında imzalanmış, anlaşma 1 Aralık 1964 yılında yürürlüğe girmiştir. Anlaşmaya imza atan dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Birliği’ni şu sözle anlatmıştır: ‘Beşeriyet tarihi boyunca insan zekasının vücuda getirdiği en cesur eser’    13 Kasım 1970 tarihin...

AVRUPA BİRLİĞİ GÖÇ POLİTİKASI

    Göç, bir insanın yaşamının gelecekteki bir bölümünü geçirmek üzere tamamen veya geçici bir süreliğine bir yerleşim yerinden bir başka yerleşim yerine yerleşmek amacıyla yer değiştirmesidir.   Göç olgusu, 21.Yüzyılda yapılan engellere rağmen artarak devam etmektedir. Günümüzde göçmen sayısı Dünya nüfusunun %3’ü kadardır. (175 milyon) Bu göçmen sayısına, yasal olmayan yollardan göç eden insanların sayısı eklenmemiştir. Dünya’da en çok göçmen barındıran ülke ABD’dir. (35 milyon)    Dünya nüfusunun 1 milyar civarında olduğu 1800’lü yıllardan başlayarak 19. yüzyıl sonlarına kadar milyonlarca Avrupalı ekonomik fırsat, dini ve politik özgürlük arayışı ile Kuzey ve Güney Amerika kıtasına göç etmişlerdir. 20. Yüzyılın başlarına kadar devam eden bu göç hareketinde yaklaşık 60 milyon Avrupalının Yeni Dünya ya göç ettiği görülmüştür     1973 yılında başlayan ekonomik kriz sonrasında da Batı Avrupa ülkelerinin, işgücü ilişkili göç hareketlerini dramatik o...